Bakakalırım giden geminin ardından, atamam kendimi denize; dünya güzel...



31 Mayıs 2010 Pazartesi

oturdum...
hiç durmadım, oturdum :p

aniden aklıma geldi
ne çok iran sevdalısı varmış lan!
hitleri seven ne de çokmuş!
Necip Fazıl'ın dizeleri olmasa insanlar profillerde ne paylaşacakmış?
Sezai Karakoç Tanrı'nın gazabına dua eden dizeleri dökmese kaleme şimdi kim, ne paylaşacakmış merak ettim açıkçası...

peki kim kurtaracak bizi?

hitler?

iran?

o?

bu?

şu?

hadi bizi geçtim de nolacak filistinin hali, onlar mahkum kaldılar orda...
döneriz sanki biz ama onlar hala orda...


boykot ediyorsak neden israilin kendi aracından boykot ediyoruz onları, daha çok üyesi olsun, kotalar daha çok harcansın diye mi facebook için?

napıyoruz lan biz?

onlar öldüler...

ve onlar hala ordalar...
kaldılar orda...
yürüdüm...
yalnızca yürüdüm durmadım,
beklemedim...
beklemek istemedim.

sıcak bir yaz günü köşe bucak kaçtım.
sevsin istemedim kimse beni.
çünkü benden uzaktı yalnızca sevmesini istediğim kişi.

ama artık farklıydı.
çünkü ben de onu sevmiyordum.
pekiştireç olmayınca duyarsızlaşmıştım sanırım...


ama ben
ne vazgeçebilirim
ne 'dur' diyebilirim,
yalnızca;
bakakalırım... bilirsin

ve şimdi mi?
şimdi;

dağ başında bir köy okuluyum yalnız!
içinde mermi çekirdeği
kapımda incir ağacı...

soframdaki domatesi tadamayanlarda aklım, canım...

sıktınız canımı...

sabret! biz öleceğiz, onlar helak olacaklar...


yeşilden gelen insan da yok artık... sustu...

29 Mayıs 2010 Cumartesi


Pardon, acilen işim çıktığı için söylemekte olduğum şarkıyı bitiremeyeceğim, siz devam edebilir misiniz acaba?

Pardon, gözlerinizi üstüme dikmekten lütfen vazgeçin, sonra sökmek için saatlerce uğraşmam gerekiyor!

Pardon, sizinle ilgili hissiyatım artık hayatımı tehdit eder hale geldi bayan... Siz çok tatlısınız ve ben şeker hastasıyım!
Pardon, benim anahtarım var çilingir bey, ben o anahtarla açacağım kapıyı kaybettim! Hâlâ bana yardımcı olabileceğinizi düşünüyor musunuz?

Pardon, bundan birkaç saat önce başlama düdüğünü çalarak maçı başlattım, ama bana bitirme düdüğü vermedikleri için bitiremiyorum, şimdi ne olacak?

Pardon, bana sorarsanız kravatınızın rengi ceketinize hiç uymuyor, yeni bir ceket almayı düşünür müsünüz?

Pardon, İstanbul'daki herhangi bir trafik levhasını yerinden sökersem, trafik kaç saatte çözülemez biçimde düğümlenir, benim için hesaplar mısınız?

Pardon, akşam saçıma taktığım bigudileri sabah bir türlü çıkaramadım. Siz bir çaresini bulabilir misiniz, yoksa inzivaya çekileyim mi?

Pardon, on dakika aradan sonra sanırım yanlış salona girdim, bu filmde kör bir piyanist var mıydı acaba?

Pardon, ben sizin sol gözünüzüm, biraz sonra seğirmeye başlayacağım! Tamamen teknik sebeplerden, siz sakın paniğe kapılmayın!

Pardon, ben Joe'nun alınmış apandisitiyim, çok pişmanım, Joe bugün beni vücuduna geri alsın, bir daha ağrırsam, sızlarsam ne olayım!

Pardon, neden paranızın üstünü size veriyorum da altı bende kalıyor, siz altını alın, paranın üstü bende kalsın!

Pardon, benim sağ tekini denediğim ayakkabının galiba siz de sol tekini deniyorsunuz, kısa çöpü çeken alsın mı?

Pardon, şu anda oturmakta olduğunuz koltukta az önce benim vişneli çikolatalı pastam oturuyordu. Siz bir önceki durakta bindiniz. Pastam aynı durakta inmediyse başınız dertte demektir!

Pardon, ben zurnanın son deliğini arıyorum. Bulmak için saymaya sağdan mı başlamam gerekiyor, soldan mı?

Pardon, ben sizi izlemekle görevli gizli ajanım! Akşama amcamın oğlu evleniyor, bir akşamcık olsun yerinizden kıpraşmasanız da ben de bir halay çekip gelsem olur mu diyecektim?!

Pardon, okuduğunuz uzun hava çok uzadı beyefendi, sizin katıldığınız yarışma da sonuçlandı, artık evinize gitseniz!..

Pardon, bu arkadaş uzun hava söylerken sesi takılıp kalmış, tıp ilmi bir şey yapabilir mi, yoksa ömür boyu böyle uzun havada mı kalacak?

Pardon, sizden aldığım patlıcan moru arabayı iade etmek istiyorum, kullanırken canım sürekli imam bayıldı istiyor kardeşim.

Pardon, tashihleri bitirdim ama geriye hiç yazı kalmadı efendim, galiba siz kötü bir yazarsınız!

Gökhan Özcan

28 Mayıs 2010 Cuma

sen kendinin ilk hatası ol!
unut imlasını hayatın
yanlızlığına bir nokta koy_

uçurtmamısın be kardeşim!
......göğün yedi kat üstünde olsan ne yazar
iplerin başkasının ellerindeyse?

onlara bir sınır çiz
onların adımlarıyla

kendi dağlarından in şehirlerine
bulutlarda geldi denizlere

gelde adamakıllı bi kafa tut
şu bitmeyen sessizliğe....

27 Mayıs 2010 Perşembe

Ve bir Sunay Akın sayfasında aniden buluyorum yazmak istediğim şiiri, bir Sunay Akın hayranı tarafından sayfaya iliştirilmiş olan...


Cetvellerle çizilmiş ülkelerin plastik cennetlerinde
Tenekeden gökkuşakları
Aldırma henüz
...4 yaşında
bir gülüşüm ben
...(ayakkabıları naylondan)
koşarak geçsem bile ustanın bütün renk paletini
yinede ayırt edebilirim ötekilerden
yalnızca senin olan o cesedi

Işık hızındaki ölü melek söyle bana
Kaç saatte gidilir buradan çocukluğuma?

Ölüler mi yalnız
Yoksa biz mi kalabalığız!

Şimdi topluyorum oyuncaklarımı
Saatlerin ortalık yerinden

Uykularımda cam bilyeler!

Anılarım unutmamış tenimdeki sızıyı
Sıyrılıyorum zamanın tenime giydirdiği eşikten
Kan çanağı sabahlarıma iniyor
Sesindeki unutkan günışığı

Gözlerimi kapayıp
Gökkuşağına boyuyorum gölgelerimi
Mavilerime martılar giydiriyorum
Denizlerime damlalar

Sesime diyorum ki çekip gidelim artık bu şarkıdan
Korkup nefesine sarıyorum ağlayan ellerimi
Öyle cesur durduğuma bakma
Aslında bilmez çocuklar (TKN)


. Tekin Deniz'in imiş...

23 Mayıs 2010 Pazar


Mobilya satın alırsınız. Kendinize dersiniz ki, bu hayatım boyunca ihtiyaç duyacağım son kanepe.

Kanepeyi alırsınız ve sonraki birkaç yıl boyunca, hangi işiniz ters giderse gitsin, en azından kanepe sorununuzu çözmüş olduğunuzu bilirsiniz. Sonra o güzel yuvanızda kısılıp kalırsınız.

Bir zamanlar sahip olduğunuz şeyler artık sizin sahibiniz olur.

***

Bizim kuşağımız büyük bir savaş görmedi, büyük bir buhran yaşamadı, ama bizim de bir savaşımız var.

Büyük bir ruhani savaş bu. Kültüre karşı büyük bir devrim hazırlıyoruz.

Büyük bir buhran bizim hayatlarımız. Biz ruhani bir buhran geçiriyoruz.

***

Bize dünyanın bokundan ve pisliğinden başka bir şey bırakmadılar.

***

Çünkü ancak kendimi mahvederek ruhumun gerçek gücünü keşfedebilirim.

***

Belki de kendimizi daha iyi bir şeye dönüştürmek için her şeyi kırıp dökmemiz gerekiyor.

***

Dövüş bittiğinde hiçbir şey çözülmemişti, ama hiçbir şeyin önemi yoktu.

***

Bu senin hayatın ve anbean sona eriyor.

***

Her akşam ölüyor ve her sabah doğuyordum.

***

Tyler bana bir garsonluk işi buluyor, sonra ağzıma bir silah sokmuş ve diyor ki,
sonsuza kadar yaşamak istiyorsan, ilk adım olarak ölmek zorundasın.

***

Bu yükseklikte etraf o kadar sessiz ki, insan kendini o uzay maymunlarından biri sanıyor.
Sana öğrettikleri küçük görevi yerine getiriyorsun.
Bir kolu çek.
Bir düğmeye bas.
Neyi neden yaptığını bilmiyor, sonra da ölüp gidiyorsun.

***
İnsan sevdiklerini öldürür diye bir söz vardır ya; aslında bakın, insanı öldüren de hep sevdiğidir.

***

O sarmalayıcı karanlıkta, başka birinin kolları arasına hapsolmuşken, hayatta elde edebileceğiniz her şeyin sonunda çöpe gideceğini anladığınız zaman ağlamak çok kolaydır.

***
Sevdiğiniz herkesin size sırt çevireceğini ya da öleceğini fark ettiğiniz zaman ağlamak kolaydır.

***

Zaman aralığını yeterince uzun tutarsanız, herkesin hayatta kalma şansı sıfıra düşer.

***

Uykusuzluk böyledir işte. Her şey çok uzaklardadır, bir kopyanın kopyası gibi.
Dünyayla arana öyle bir mesafe sokar ki, ne sen bir şeye dokunabilirsin, ne de bir şey sana.

***

Bütün umutlarınızı kaybetmek özgürlüktür.

***

Her kalkış ve inişte, uçak bir tarafa doğru fazlaca yattığında, kaza olsun diye dua ederdim.
Hepimizin çaresizlik içinde öleceği, insan bedenlerinin uçağın gövdesinde sıkışıp kalacağı
o anı düşünmek uykusuzluğuma ilaç gibi gelir, üstüme dayanılmaz bir uyku çökerdi.

***

Bazı insanlar gece insanıdır. Bazıları da gündüz insanıdır.

***
Başka bir yerde, başka bir zamanda uyanabilseydim, başka bir insan olarak uyanabilir miydim?

***

Dövüş kulübünde geçen bir geceden sonra, gerçek dünyadaki her şeyin ses ayarı kısılmış gibi olur.

***

Bazen bir şey yapar ve belanızı bulursunuz. Bazen de yapmadığınız şeyler size belanızı
buldurur.

***

İşyerinde, koridorda insanların yanından geçerken, herkesin küçük düşmanca YÜZ’üne karşı tamamen ZEN bir tavır takınıyorum.

***

Kendi cerahatli ve hastalıklı çürümemi kucaklıyorum.

***

Tyler diyor ki, ben henüz dibe vurmaya yaklaşmamışım bile. Ve eğer sonuna kadar düşmezsem, kurtarılmam olanaksızmış. İsa çarmıha gerilerek yapmış bunu. Sadece para, mülkiyet ve bilgiden vazgeçmen yeterli değil, diyor Tyler. Bu bir hafta sonu tatili değil. Kendini geliştirmeye sırt çevirmeli ve felakete doğru koşmalısın.

***

“Kovulmak” der Tyler, “herhangi birimizin başına gelebilecek en iyi şey olurdu.
Böylece havanda su dövmekten kurtulur ve hayatlarımızla bir şey yapardık.”

***

"Tyler'ın paper street'teki evi, içinde nefes alan onca insan yüzünden artık canlı ve ıslak bir şeye dönüşmüş. içeride o kadar çok insan hareket ediyor ki evin kendisi de hareket ediyor."

"Eve geldiğimde birinci katı tamamen kaplayarak yerlere oturmuş olan uzay maymunlarını, bir kağıttan bir şeyler okumakta olan bir başka uzay maymununu dinlerken buluyorum: “güzel ve emsalsiz bir kar tanesi değilsin. herkes gibi sen de o çürüyen organik maddeden yapılmasın. hepimiz aynı pürenin parçasıyız.”
uzay maymunu devam ediyor: “kültürümüz hepimizi aynı yaptı. artık kimse gerçek anlamda beyaz ya da siyah, zengin ya da yoksul değil. hepimiz aynı şeyi istiyoruz. teker teker, hiçbirimiz hiçbir şey değiliz.”


Marla’nın hayat felsefesi, bana söylediğine göre, ölmeye her an hazır oluşu.
Marla’nın hayatındaki trajedi ise ölmüyor oluşu.

***

Güzel ve emsalsiz bir kar tanesi değilsin. Herkes gibi sen de o çürüyen organik maddeden yapılmasın.

***

Kültürümüz hepimizi aynı yaptı. Artık kimse gerçek anlamda beyaz ya da siyah, zengin ya da yoksul değil. Hepimiz aynı şeyi istiyoruz. Teker teker, hiçbirimiz hiçbir şey değiliz.

***

Hangisi daha kötü, cehennem mi, hiçlik mi?

***

Dövüş kulübünde geçirdiğiniz zaman boyunca, banka hesabınız değilsiniz. İşiniz değilsiniz.
Aileniz değilsiniz ve olduğunuzu düşündüğünüz kişi değilsiniz.

***

Güçlü kadın ve erkeklerin oluşturduğu bir sınıf var ve bunlar hayatlarını bir şeye feda etmek istiyorlar. Reklamlar insanları gerek duymadıkları arabaların ve kıyafetlerin peşinden koşturuyor. Kaç kuşaktır insanlar nefret ettikleri işlerde çalışıyorlar, neden?
Gerçekte ihtiyaç duymadıkları şeyleri satın alabilmek için.

***

“Şunu unutma” diyor Tyler. “Ezmeye çalıştığın bu insanlar, senin muhtaç olduğun herkestir.
Biz senin çamaşırını yıkayan, yemeğini pişiren ve önüne getiren insanlarız. Senin yatağını biz yapıyoruz. Uykudayken seni biz koruyoruz. Ambulanslarını biz kullanıyoruz. Telefonlarını biz bağlıyoruz. Bizler ahçıyız, taksi şoförüyüz ve senin hakkında her şeyi biliyoruz. Sigorta bildirimlerini, kredi kartı ödemelerini biz takip ediyoruz. Hayatının her alanını biz denetliyoruz.”

***

Biz tarihin ortanca çocuklarıyız. Bizi bir gün milyoner olacağımıza, film yıldızı, rock yıldızı olacağımıza inandıran televizyon programlarıyla büyüdük, ama bunların hiçbiri olamayacağız. Ve bu gerçek kafamıza ancak dank ediyor”.

***

Bizler eşşiz değiliz.
Süprüntü ya da pislik de değiliz.
Biz sadece biziz.
Biz sadece biziz ve hayatta başımıza gelenlerin bir nedeni yok.

Dinleyin Sürüngenler;

Sizler özel değilsiniz,

Sizler güzel yada eşi benzeri olmayan kar tanesi de değilsiniz,

sizler işiniz değilsiniz,

sizler paranız kadar değilsiniz,

bindiğiniz araba değilsiniz,

kredi kartlarınızın limiti değilsiniz,

sizler iç çamaşırı değilsiniz,

Sizler herkes gibi çürüyen birer organik maddesiniz..!

Bizler bu dünyanın şarkı söyleyip dans eden pislikleriyiz.

Hepimiz aynı pisliğin lacivertleriyiz ...!


***

21 Mayıs 2010 Cuma


Gün olur, alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda.
Şu ada senin, bu ada benim,
Yelkovan kuşlarının peşi sıra...

Gün olur, başıma kadar mavi;
Gün olur başıma kadar güneş;
Gün olur, deli gibi...



Yeşilin doğduğu yerde olur belki... Maviyle birleştiği yerde belki...
Aniden o anda belki...
Gün olur...
Alır başımı,
Giderim.
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda.
Nesil yeni bir öğretmen kazandığında, ben de orda kazanırım belki ....
Belki...
Ve söylemek istemesem de: 'keşke'...
Keşke düşlediğim gibi olsa...

Ve her düş bir buluşmuş aslında...
Ben o anın mutluluğunu buldum bu düşle bu anda.
Bir bahar akşamı rastlarım belki...
Kahvenden bir yudum bile almamışsın.
Korktun mu beni kırk yıl sevmekten?

Üzülmek için çok geç...

18 Mayıs 2010 Salı




Ya
alıştırmayacaktın
varlığına
ya da
hissettirmeyeceksin
yokluğunu...


*

*


Kakasın! Kaka...
Biliyorum biz geçtik sevgilim…
Bizden geçti…
Başka hayatların insanlarıyız artık…
Başka umutların…
Başka adam…
Başka kadınların…
Tamam da, silebilir misin yaşadıklarını?
Boyayabilir misin siyahla neşeli günlerimizi?
Çıkarıp yüreğimi, kanımın söndürdüğü ateşlere... atabilir misin, yangında ilk kurtarılacakken…
Yıllar sonrasına yatırılmış acılarımız var artık karanlık mahzenlerde…
Beklenmedik bir karşılaşma anında…
Bir havaalanında…
Bir tesadüfler garında...
Bir kafede…
Ya da sinema çıkışında kim bilir..
Birbirine bakan şaşkın gözler…
Belki evlenilmiştir, belki çoluk çocuk duvarı örülmüş, anıların üstüne beton dökülmüştür…
Işık mı en hızlıdır, ses mi kıyasında; açık farkla galip gelir o anda, hiç hesapta yokken acı…
Acı hızlıdır acı…
Yaşananlar bir çırpıda, dirhem dirhem koparır etini…
Ama ne çare; gurur engel olur…
Giyilen sahte mutluluk elbisesinin düğmeleridir tebessüm…
Boğazın düğümlenir…
Soğuk bir merhabadır dildeki…
Ama öpmek, içine çekmek istersin dudaklarından hasretini…
"Devam etseydik, tüketseydik bu kadar güzel olur muydu" gözlerinde birikir...
“Neden yok ettik birbirimizi” ağzına gelir…
Susarsın, öfken hükmen mağlup olur sevdana…
Üşürsün…
Çok üşürsün…
Gidene, kalana, mizahı olmayan haline üşürsün…
Öyle ki…
"Karda donmak üzeresin…
Uyumak tatlı geliyor ama…
Sen öldüğünün farkında değilsin..."

Zeki Kayahan Coşkun

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Ve uyumadan son bir şey daha: Aptal !...



Now:

Good night benjamin...



Bir gece habersiz bize gel
Merdivenler gıcırdamasın
Öyle yorgunum ki hiç sorma
Sen halimden anlarsın
Sabahlara kadar oturup konuşalım
Kimse duymasın
Mavi bir gökyüzümüz olsun
Kanatlarımız dokunarak uçalım
İnsanlardan buz gibi soğudum
İşte yalnız sen varsın
Öyle halsizim ki hiç sorma
Anlarsın

Cahit KÜLEBİ

Siz benim kime küstüğümü...
Siz benim niye sustuğumu...
Siz benim nasıl yandığımı...

Nereden Bileceksiniz!..

16 Mayıs 2010 Pazar


Yolculuğum sırasında okuduğum Nazım rubailerinde kaldı aklım:


"bu ıtır senin icâdın değil, saçlarımdan uçan bahardır," dedi.
"ister gökyüzünde seyret, ister gözlerimde :
"körler onları görmese de, yıldızlar vardır," dedi...


Körler hayal ettiğini hayalindeki gibi görecekler.
Sağırlar duymayıp uyduracaktır.
Bu böyle gidecek midir ?
Gidecektir...

Kavuşsun isterdim kol düğmeleri birbirine, birbirinin aynı olan düğmeler.

Ve ardından bakarken yolculuk fotoğraflarına, gitmek istediğimin, anlam aradığımın somutunu gördüm karelerin birinde.
İşte tam sağda :)

Her bahar gitmek isteyişimin somut haliydi o...
İsteyip de anlatamadığım daha doğrusu anlatmadığım düşüncelerin fotoğrafı...

Yine devam ederken gecede dizeleri dans ettiren şairin mısraları geldi aklıma:

"bir anlam gelse,
ne varsa alsa,
gitse

bir anlam gelse,
ne varsa verse,
kalsa."
. Ö. Asaf

İşte o anlam geldiğinde gitme isteğimi de alır belki benden, ne varsa da onda verir bana en özgün şekliyle...

Ama aniden hatırladım şu dizeleri:

"gün ola
devran döne
umut yetişe."
. A. Arif

Umut hep var, hep...
Yaşamaya dair umut...

Eklemek isterim; yazamasam da doğru dürüst, ardarda mısralar anlatır beni: En saf halimi... :)


Good night benjamin...

12 Mayıs 2010 Çarşamba


Çoça dertliydi bugün...
Belli ediyordu...
Ailesi de dertli bu ara...
Hele ki kardeşi daha da dertli...
Biriktirdiklerini de boşalttı benim yapamadığım iç çekişiyle bir kaç vakit önce...

Ve çoça demiş ki:

"hani ölenle ölünmüyo ya.. o çok fena
bişey.. halbuki geçici bi süreliğine ölünse.. ölenin yeni yeri yurdu
görülse.. yerleşmesine yardım edilse.. sonra sımsıkı vedalaşıp geri
gelinse mesela.. işler daha bi kolay olacakmış gibi.."

Kaybedilendi önemli olan işte...
Belki de kaybedilenin gittiği yer...

Rahat mıydı giden?
Bakıyor muydu ardına?
Kalmış mıydı iç çekişi kimsede?
Merak etmiyor muydu merak edilip edilmediğini?
Ve hepsinden önce mutlu muydu gidişinden?
Gittiğinden?

Gidenin ardından şarkılar söylemekte miydi olay yoksa dert edinmekte miydi gideni?
Çoça nerden bulmuştu bu sözleri gece gece?
Neden doldurmuştu tüm gözleri?
Peki sarp insan niye böyle yapmıştı gece gece?
Çok mu üzülmüştü sevdiğinin ardından?
Sevdiği gerçekten gitmiş miydi?
Yoksa hala onda mıydı?
Galiba ondaydı...
O böyle kaldıkça da onda olacaktı...

Sanırım biliyorum azıcık ucundan bu durumu... Azıcık da olsa...
- :)bir gecede kaç kere dinlenir ki
- dur bi kere daha dinleyip yanıt vereyim:)

O an... İşte bu iki cümleciği gördüğüm o an; gerçekten üzüldüm; hep tanıdığım ama aslında hiç tanımadığım o kişi için...

Üzüldüm... Neden mi? bilmiyorum...
Şarkı diyecektim; Good bye my lover...

Ve dinlemeye başladım bir gecede kaç kere dinlenir diye merak edilen bu şarkıyı.
Her dinlediğimde bir başkaydı oysa ve her dinlediğimde de hiç tanımadığım bu kişi için üzülüyordum. Birinin de dediği gibi içim düğüm düğümdü gerçekten.
Sevmem de onu ama ilk defa anladım sanırım onu... Belki de kendi kendine kalmışlığını anladım. Tek başınalığını anladım. Rahatsızlığını anladım. Hastalık diyemeyeceğim, hastalık değil bu...

Kendi kendine kalmışlıktı belki ondaki.
Kendi kendine kalmayı istemişlik belki...
Kendi kendine kalmışlığı isteyerek yaşamışlık belki...
Hala da bunu yaşıyormuşluk da belki...
Bilinir mi?
Bilinmez...

Buna kendi bile karar veremedi belki şu an... Belki de hiçbir zaman olmayacaktı bu...


Kocaman bir içimi çekesim kaldı derinde...
Kocaman iç çekiş...
Kocaman hem de...
Koskocaman...
İçimi çekiş...
Acilen...

11 Mayıs 2010 Salı


bakakalırım giden geminin ardından,

atamam kendimi denize; dünya güzel...




İşte hayatı en sevdiğim anların, hatta her anın en sevdiğim bir Ezginin Günlüğü şarkısıdır bu güzel dizeler...
Şairi ise Veli'dir: Orhan Veli...
Kendimi giden gemilere atamayışım ve değer verdiklerimin gidişine izin verişim bundandır.
Çünkü dünya güzel...

Şair devam ediyor dizelere:


Serde erkeklik var, ağlayamam.


Ve yine haklı... Serde var birşeyler...
Ne vazgeçerim, ne dur derim, ne de ağlarım...
Ama
Bakakalırım...

10 Mayıs 2010 Pazartesi


Severim Aziz Nesin'i...
Hitap eder bana çoğunla...
Hele ki anlattığı çocukluk anılarıyla ve sevdalarıyla.
Sevda deyince anlamayın ki sevda: Hayata sevdalıdır o...
En tutunulmaz sandığınız anlarda açarsınız hayat dolu iki dizeyle gelirsiniz kendinize...
İşte öyle kendimi kaybettiğim anlarda rastladığım ve hala da her rastladığım anda hoşuma giden leyla anlarımın dizeleri:

Uslanma hiç hep deli kal
Büyüme sakın çocuk kal
Es deli deli böyle
kal
Son harmanında sevdanın
Tüken toz toz savrula kal

Suçüstü
bulmalı ölüm
Ölürken de sevdalı kal ...

Sevdalanmak...
Hayata, her şeye, her birşeye, delicesine sevdalanmak...
İşte bu yüzden: Sevdalım Hayat...

Kıymık ilen Baldudak

"Günün en yüz güldüren davranışını Baldudak yaptı. Okuldan çıkarken Baldudak ağzındaki çikletin balonunu Kıymık'ın yanağına değdirene kadar şişirdi. Kıymık çiklet yapışmasın diye geri çekilince de, balonu yuttu.
'Cumartesi 12 matinesine gidebiliriz,'dedi.
Kıymık kulaklarına inanamamıştı.
'O halde 11.30'da Çamlık Sineması'nın önünde buluşalım.'
Sesinin titrediği, yüzünün kızardığı anlaşılmasın diye de arkasını dönüp hemen uzaklaştı yanından.
'Seninle okyanusta bir ömür kulaç atmak isterim' dediğini ise kendi bile zor duydu. "


Hımm... Bir okyanusta sevdiğiyle sadece kulaç atmak... Aşk buydu demekki 10 yaşında bir çocuk için...

Ve 9 yaşına örnek verecek olursak da aşk: Ilık Süt'tü...

"Seni rüyamda gördüm Ilık Süt'üm..."

Masumdu aşk...
Bir zamanlar,
Hani süpermenin pelerinini annesi bağladığı zamanlar...
Bir de aşığın sınava giderken okunmuş pirinç yediği zamanlar...

9 Mayıs 2010 Pazar


Amanın bir tavuk varmış da, 3 komşu yımırtası varmış da, adları; la, sol, fa imiş de...
Sabahtan beri yani kalktım kalkalı hikaye uydurmaya çalışıyorum bu veletleri.
Yetmedi hikayeyi buldum bir de etkinlik uydurmam lazımm...
Ah tombul kumru ne hallere sokuyorsun gör gör. Koskoca gün gitti 3 yumurtalı nota uğruna.
Dedim madem müzik sunumu hazırlıyoruz müzik deyince ilk akla gelen 'ezgi'leri de koydum hemen media playera...

Sonra birden bir rahatlama hali... Saldım herşeyi akışına.
Üç yumurtayı da: Tak, tak/2, tak/2, tak, tak..

sevmesen ölürdün, sevdin onu öldün
sevmesen ölürdün ama sevdin, gene öldün...

Evvet sevmesen ölürdün doğru...
Ama sevdin yine öldün... Ha iyi mi oldu diyeceksin, iyi de oldu hani...
Sevgisiz olur mu hiç hayat, eksik kalır bir yerlerden.
İyi ettin aferin...

O 'tak'lar da ritimdi ritim...
Bir de ritim tutturacaksın hikayeye, etkinliğe...
Yani diyor ki tombul kumru: amuda bile kalkabilirsin, kırılmam ama kırarım :p
Desin dursun... Bu saatten sonra kimin umrunda...

Sevdim onu, öldüm...

Sevdin onu, öldün...

6 Mayıs 2010 Perşembe


Soldan soldan gelen bir çıtırtı sesi ve ardından ışıkla beraber 'mutlu yıllar' :D
Tabi bu söz söylendi mi hatırlayamıyorum o anın etkisiyle ama günün teması buydu işte üzerinden 3gün geçse de...
Üzerinden 3gün geçmiş ama hala doğum günü kutlamak süper.

Hele ki alınan renkli coşkulu güzel bir hediye de bunu tamamlıyor fazlasıyla.
Üstelik kutlamalara 36 saat önceden başladıysan o da bir başka güzel...
Seviyorum: dostlukları, arkadaşlıkları, ablaları, abileri, kısaca kuzenleri, ailemi ve mutlulukları...
Bir başka oluyorlar vesselam...


Doğduğum gün mutluluğun olsun...

4 Mayıs 2010 Salı

Bugüne en uzak gün, dün...

Demiş Özdemir Asaf... Demiş de iyi mi etmiş... bence iyi etmiş :)

Şu sıcak günlerde havanın da verdiği bunaltıyla bunaldım da bunaldım ve geldi aklıma dün...
Merdivenleri dayadığım gün. Oldum olası bir hoş, nayhoş hissederim doğum günlerinde.
Dün de öyle bir gündü işte...
Biraz hoş, aslında boş ve nayhoş...
Dün'ü de özlerim her zaman ama Dün'ün yeri başka.
Ve uzak şimdi bir yıl kadar da neyse... Her neyse...


"Son isteğin nedir?

sorusu,

çok, çok kolaydır,

ilk isteğin nedir?

sorusundan.

çünkü,

o soruyu

kimse kimseye soramadı,

korkusundan..."


Dün de öyle bir gündü işte..
"bir anlam gelse,

ne varsa alsa

gitse...."

2 Mayıs 2010 Pazar

Hani doğum günüm ya, hani aşağıda yazı yazdım ya, bir de alıntı yazmak istedim hayatımda değer verdiğim anıları anarken...

öncelikle kendinden sonra benden bir şiir size... Hayır o anlatım bozukluğu değildi...
Kendim ve benden şiirler...


Karanlıktan güçlüydü hep aydınlık
Uzakta parlayan sımsıcak ışık..
Şiir sana tutkun sen ona aşık;

Kendi yüreğinle yarışırdın sen...



İşte kendimden, ben şiire şiir bana işte...
Kendi yüreğimle yarışırken ben aşka aşk bana...
Ben ona... O bana...
Ve kime neye aşık olduğumu bilemeden yazıyorum bu satırları ama istemsiz, sade...
Sade yazıyorum, sade...
Ama istiyorum ki anlatsın bir şair bir kaç dizesiyle nesnelleştirmek isteyip de tek başarısız olduğum şeyi - aşkı -
Ve anlatıyor da... Nasıl mı ?

Olaki yürürüm bir başka aşka
Ya da yürürüm mavi olmayan bir gülüşe
Unutmaki tek aşk olduğum sensin
Aşık olduğum değil...

Diyor işte şair... Susmuyor da diyor...
Yankılanıyor bu dizeler ben hala aşık mıyım diye düşünürken, anlatmaya yetiyor bu sözler beni...
20 oturur mu üzerime bilmem ama cukk diye oturur böyle dizeler bana işte...
"Şiir sana tutkun sen ona aşık" derken Zülfü'm... Yıllar geçse de dinlenecek insan...
Ve Zülfü Siyahım...
Evet bildin siyahım...


Ama bilmezsin ki artık sevdiğimin rengiyim... Bilmezsin, bilemezsin de zaten... Nerden bileceksin...

Deniz mavisi de önemlidir çoğunla bende...
Maviden ve yeşilden gelen eşsiz insanla...

Uykum gelsene...
Uykum gibi gelsene...
Biliyorum uykun geldi...
Uykun sadece sana geldi...

Bencil :)

İyi ki doğdum, kocaman bir kadın oldum mu lan sahiden.
Şaka maka 20 filan derken, 20yle dalga geçerken kaşla göz arasında 30a merdiven dayamasın sakın benden habersiz...
Söyleyin ona ben şaka yaptım şaka.
Az mı bekledim küçükken 'ah bir 20 olsam!' diye.
'Al oldum, noldu' demeyim sakın, sonra ne oldum delisine çıkar adım.
Vay be oldum da noldu gerçekten, hala bir baltaya sap olamadım demek istemiyorum, baltanın kanlı oyunlarına alet değilim sadece :p
Okuduğum yazıları değerlendiriyorum bu blogda da, açmak güzeldi bu blogu ama şimdi, 20'de, içsel çöküşümü :P ortaya koyuyorum kendi kendime ve hala soruyorum ansızın kendime, pat diye: "küçükken imrenilerek bakılan bu 20, oldu mu bende, oturdu mu cukk diye ya da uğramak lazım mı bir yerlere -bir süreliğine- oturtmak için"
Ben, bu üşengeçlikle suyumu ayağıma getirten ben, 3 beden küçük de gelse giyerim o yirmiyi görürsün :p
Ama inşallah üşenmem de giyerim :)


Ama hatırlar mı ki birden ansızın bugünü benden başka birileri bilmem ama 20 yaş değerlidir bilirim birtek bunu... Hatırla bunu, bugünü...
Ve bu mutlu günde daha çok mutlu olabileceğim de unutulmasın gönüllerde...
Mutluyum ama daha çok mutlu...
Kânatsizlik değil bu...
Herkesin yeri, herkesin mutlu kılma şekli başka başka...

Belki de;

''Başka türlü bir şey benim istediğim.

Ne buluta benzer ne de ağaca...''


Ansızın yeşil olsun istedim bu yazı, hayatta en sevdiğim renk yeşil, hayatta en sevdiğimin rengi yeşil...

1 Mayıs 2010 Cumartesi

" ileride daha çok edecek " diye sakladı;
kendine ne kalmışsa nesi varsa.
Gerçekten dediği doğru çıktı.
Malları daha çok etti.
Saatine baktı, beş geçiyordu.

Kendine baktı, beş vardı.
Ya da saati beş vardı, kendi beç geçiyordu.

Düşüncelerinde başarılı ve kazançlı oldu...
Ama yaşamdaki o on dakikalık açığı kapatamadı bir türlü.


"Zaman arındır yorgunluğumu artık..!
Yaban kuşlarını getir yalnızlığıma...
Ben ve düşlem rüzgarları yankılanacak, aralık kalmış penceremde...
Oynatılmamış filmlerim perdelerini kaldırdığında...
Çünkü hüzünlüdür güneş,
Yalnızca ay kadını'na....."
Dut ağacı boyunca
Dut yemedim doyunca
Yari halvette gördüm
Sarılmadım doyunca...